Sektör açısından hareketli bir yılı geride bıraktık
Türkiye, hükümetimizin hayvancılığa verdiği destekler sayesinde 2012 yılında, 2011 yılında ürettiği sütü ,2 oranında artırarak 15,05 milyon tona çıkarmıştır. Üretilen bu çiğ süt, aynı zamanda son altı yıldır Türk tarımında en çok üretilen tarımsal ürün olup kırsal kalkınmanın öncüsü olmuştur.
2011 yılında üretilen sütün 1 milyon 164 bin 748 tonu içme sütüne, 518 bin 850 tonu peynire, 1 milyon 6 bin 791 tonu yoğurta, 459 bin 75 tonu ayrana, 79 bin 312 tonu süt tozuna, 34 bin 928 tonu tereyağına ve 230 bin tonu dondurmaya işlenmiştir. 2012 yılında da üretilen sütün 1 milyon 134 bin 665 tonu içme sütüne, 511 bin 658 tonu peynire, 1 milyon 118 bin 987 tonu yoğurta, 447 bin 120 tonu ayrana, 87 bin 63 tonu süt tozuna, 36 bin 993 tonu tereyağına ve 240 bin tonu dondurmaya işlenmesi öngörülüyor. Tüketim miktarına baktığımızda; 2011 yılında 1 milyon 180 bin 242 ton içme sütü,469 bin 878 ton peynir, 1 milyon 7 bin 939 ton yoğurt, 417 bin 448 ton ayran, 46 bin 145 ton tereyağı ve 220 bin ton da dondurma tüketildiği görülmektedir. 2012 yılında da üretim, yılın değişen zamanlarında %5 ila 20 fazla vermiştir.
TÜİK verilerine göre 2012 yılında toplanan inek sütü üretim miktarı, 2011 yılında toplanan miktara göre daha fazladır.
Üretim ve tüketim rakamları incelendiğinde; içme sütü ve tereyağı dışında bütün ürünlerin tüketimlerinin üretimden az olduğu görülmektedir. İşte bu çerçevede Bakanlığımızın 2009 yılında uygulamaya koyduğu süt tozu desteklemesinin çok yerinde olduğu, ancak bunun yetersiz olduğu da görülmektedir. Bunun yanında diğer ürünlere de ihracat desteğinin verilmesi iç piyasadaki üretim fazlalığının giderilmesi için yararlı olacaktır. Çiğ süt piyasasındaki başlıca sorunları; “Süt işletmelerinin küçük ve dağınık olması, kalite düşüklüğü, fiyat istikrarsızlığı, yüksek maliyet, süt arz-talep dengesizliği (Hayvan laktasyon düzensizliği, verim düşüklüğü), kayıt dışılık, bilgi eksikliği, hayvan hastalıkları” olarak sıralamak mümkün. Ancak, mevsimsellik ve kayıt dışılık en temel sorunlardır. Çiğ sütün tepe noktasına geldiği mayıs ayı ve dip noktasında olduğu kasım ayı arasında %25 civarında arz farkı vardır. Talep ise eylül-ekim aylarında artar.
Ulusal Süt Konseyi’nin kurulmasıyla birlikte süt fiyatlarında bir istikrar sağlanmaya çalışılsa da fiyattaki istikrarsızlık hem sanayicinin hem de yetiştiricinin sıkıntı yaşamasına sebep oluyor. Aşağıdaki şekil bu istikrarsızlığı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Sütün çabuk bozulan yapısından dolayı kısa sürede işlenmesinin gerekliliği, üretim ve sanayi kesiminin karşılıklı hak ve çıkarlarını koruyan bir entegrasyonu zorunlu kılıyor. Arz – talep dengesinde yaşanan bu sorunların çözümü için biran önce “Düzenleyici Kurul” oluşturulması gerektiği kanaatindeyiz. Böylelikle üretim ve tüketim miktarlarının dengelenmesi sağlanır ve bu durumda hem üreticinin hem de sanayicinin başlıca sorununa açıklık getirilmiş olur. Devlet politikaları bu noktada çok önemli. Çiğ süt arzı daha dengeli hale getirilmeli, son yıllarda uygulamaya sokulan çiğ sütün fazla olduğu dönemlerde gerek süt tozu teşvikleri gerekse okul sütü gibi projeler istikrarlı bir şekilde devam ettirilmelidir. Bunun dışında merdiven altı üretime karşı farkındalığın zayıf olmasından kaynaklı rekabet sıkıntısı da sorundur. Bu konuda denetimlerin devam etmesi, eğitim düzeyi ve farkındalığın artması ile merdiven altı üretimden güvenilir ve denetlenebilir koşullarda üretime dönüşümü hızlandıracaktır.
İşletmelerimiz modernizasyon planlarını acilen hayata geçirmeli
2012 yılında yaşadığımız en önemli olaylardan biri, AB’ne uyum çerçevesinde 5996 sayılı kanuna göre Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın 2011 Aralık ayında 102 adet yönetmeliği yayınlanması oldu. 2012 yılının bu yönetmeliklere uyum için gayret yılı olduğu söylenebilir. İşletmeler bunun için modernizasyon çalışmalarına ağırlık verdiler ve Onaylarını almak için Bakanlığa müracaat yapmaya başladılar. Bakanlığın kayıtlarına göre, kayıt ve onay yönetmeliği yayınlanmadan önce 2266 süt işlemesi faaliyette bulunmaktaydı. Bu işletmeler mevzuat gereği 31.12.2012 tarihine kadar onay almalı veya 31.12.2012 tarihine kadar modernizasyon planı sunarak 31.12.2013 tarihine kadar onay almak zorundadır. Ancak, 27.12.2012 tarihine kadar Bakanlığa müracaat ederek onay alan süt ve süt ürünü işleyen işletme sayısı 287 adettir.
Hatırlanacağı üzere, Polonya AB’ye girdiğinde 5 bin civarında olan hayvansal ürün işleyen (et, süt, su ürünleri) tesis sayısı AB standartlarını karşılayamadıklarından yaklaşık 500’e, aynı şekilde Macaristan’da da 2 bin olan hayvansal ürün işleyen tesis sayısı yaklaşık 400’e düşmüştü. Geri kalan işletmeler ise kapatılmıştı. Bu talihsizliğin ülkemizde yaşanmasını arzu etmiyoruz ve beklentimiz işletmelerimizin modernizasyon projelerini Bakanlığa vererek biran önce modernizasyon planlarını hayata geçirmeleridir.
2017 Dünya Süt Zirvesi İstanbul’da Yapılacak
Bu sene aldığımız olumlu bir haber de, Uluslararası Sütçülük Federasyonu’nun (IDF) 4-8 Kasım 2012 tarihlerinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape Town kentinde yapılan Dünya Süt Zirvesi 2012 toplantısında, 57 üye ülke delegasyonunun oybirliği ile 2017 Dünya Süt Zirvesi’nin İstanbul’da yapılmasına karar verilmesidir. ASÜD önderliğinde 2009 yılında Berlin’de yapılan IDF Dünya Süt Zirvesi’nde IDF’ye üye olan Türkiye, 2010 Yeni Zelanda ve 2011 Parma Süt Zirveleri’ne etkin katılım sağlamıştı. ASÜD, zirvelere etkin katılımın yanı sıra yapılan görüşmeler sonrası IDF Dünya Süt Zirvesi için adaylık başvurusunda da bulunmuştu. IDF nezdinde Türkiye’nin temsilinin Ulusal Süt Konseyi’ne devredilmesinin ardından USK tarafından “2017 Dünya Süt Zirvesi” için resmi adaylık başvurusu gerçekleştirilmişti. Türkiye’nin Dünya Süt Zirvesi için başvurusu, 4-9 Kasım 2012 tarihlerinde Güney Afrika’da düzenlenen “Dünya Süt Zirvesi 2012” kapsamında toplanan IDF Genel Kurulu’nda sonuçlandırıldı. Ülkemiz için son derece önemli olan bu karardan ötürü, başta ASÜD olmak üzere, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan Ulusal Süt Konseyine, IDF Türkiye Komitesi’nden IDF eski başkanına kadar herkese şükranlarımızı arz ederiz.
IDF sütçülük sektörü için neden önemli? Çünkü IDF 18 daimi komitesi, her ülkeden 1200 uzmanı ile üye ülkelerdeki süt sektörünü yönlendiren bir kuruluş. Böyle önemli bir kuruluşa Türkiye maalesef ASÜD’ün müracaatı ile ancak 2009 yılından bu yana üye. Türkiye üye olduktan sonra, ASÜD 2015 yılından itibaren Dünya Süt Zirvesi’ne talip oldu. Türkiye, Cape Town'daki zirveye başta Ulusal Komite Sekreteri Prof. Dr. Nevzat Artık olmak üzere, 15’i IDF Türkiye Ulusal Bilimsel Komite üyesi 18 delegeyle katıldı. Başta Heyet Başkanı Prof. Dr. Nevzat Artık olmak üzere, bütün heyetin katkılarıyla 57 ülkenin oy birliği ile 2017 Dünya Süt Zirvesi’nin ülkemizde ve dünya kültür başkenti İstanbul’da yapılacağı resmen ilan edildi. 2017 Dünya Süt Zirvesi’nin ülkemizde toplanacak olması, Türkiye’nin tanıtımına katkı sağlayacak olmasının yanı sıra, Türkiye süt sektörünün de uluslararası arenada tanınması ve sektörün gelişmesine katkı sağlayacaktır. Çünkü dünyanın dört bir tarafından ülkemize gelecek yaklaşık 3 bin süt sektörü ile ilgili delege, ülkemiz süt hayvanı yetiştiriciliği, süt üretimi, süt işleme sanayi ve bu sanayiye tedarik sağlayan yan sanayi hakkında bilgi sahibi olabilecek. Böylece Türkiye de bu rolü ile global süt sektörünün yönlendirilmesinde artık dünyanın başrol oyuncularından biri olacaktır. Ayrıca gelen delegeler ülkemizin tarihi ve turistik yerlerini tanıyacaklar, ülkemiz için gönüllü elçi olacaklardır.
Okul sütü projesi sosyal devletin göstergesi
2012 yılının süt sektörü açısından en önemli gelişmesi kuşkusuz “Okul Sütü Programı’nın hayata geçmesi oldu. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2 Mayıs ve 7 Haziran 2012 tarihleri arasında ortaklaşa yürütülen Okul Sütü Programı’nı yüzyılın projesidir desek yeri var. Sosyal devletin göstergelerinden birisi olarak Okul Sütü uygulaması, hükümetin kararıyla Türkiye genelinde ilk kez geçen yıl uygulandı. Bu yıl uygulamanın başlama tarihi olarak eğitim-öğretim yılının ikinci yarısının başlayacağı 11 Şubat 2013 belirlendi. Bu programı Ambalajlı Süt ve Süt Ürünleri Sanayicileri Derneği olarak başından beri bütün gücümüzle desteklediğimizi belirtmek isterim. Çünkü farklı alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da pozitif ayrımcılık öngören sosyal politikaların uygulanmasıyla sosyal eşitsizliklerle etkin bir biçimde mücadele edilebileceğine inanmaktayız. Çocukların içinde doğdukları aile ve sosyal şartlara bağlı olarak; yetersiz ve dengesiz beslenme, çocuğun okul ve eğitim ortamına olumsuz etki yapmaktadır. Hacettepe Üniversitesi’nin Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasına göre Türkiye’de 5 yaş altı çocukların ,3’ü bodur, %3,2’si ise ciddi şekilde bodurdur. Yetersiz ve dengesiz beslenme çocuğun bilişsel gelişiminin üzerinde geri döndürülemez hasara yol açmaktadır. Bütün bu olumsuz durumlardan kurtulmak için süt tüketiminin artırılmasının sağlıklı nesillerin yetişmesi açısından önemi dikkate alınarak Okul Sütü Programı uygulanmasının yararlı olacağı değerlendirilmektedir.
EFSA gibi bağımsız gıda oteritesine ihtiyacımız var
Son olarak, ülkemizde gıda güvenliğinin herhangi bir alanında hiçbir uzmanlığı olmayan, tanınmış bir kimi okumuşlar ve akademisyenler kendilerince geliştirdikleri bilim dışı teorilerle adlarını gündemde tutma saikiyle süt ve süt ürünlerini karalamakta ve bu bilgi kirliliğinin çeşitli getirilerinden yararlanmak istemektedirler. Ne yazık ki ülkemizde böyle bir akım oluştu. İstinasız her konuda uzmanı olmayanların ortaya attığı bilim dışı felaket senaryolarından payını almaktadır. Ülkemiz bu konuda giderek şiddeti artan bir biçimde serbest atış alanı haline getirilmiştir. Bilgisiz ve ilgisiz kişilerce verilen beyanatlar ve kaleme alınan köşe yazıları sayesinde ülkemiz tarımı ve gıda sektörlerine, özelikle de süt sektörüne ciddi zararlar verilmiş ve verilmeye de devam etmektedir. Sözde halkımızın sağlıklı beslenmesine katkı sağlamak amacıyla yapılan tüm bu yayınlar, sınır tanımayan eleştiriler nedeniyle insanlarımızı özellikle hayvansal gıda tüketiminden tamamen uzaklaştıracak boyutlara ulaşmıştır. Sorumsuz kişilerce toplumun dikkatinin gerçek riskler yerine bilim dışı iddialarla yapay risklere yöneltilmesi toplum sağlığına büyük zarar vermektedir. Gıda konusundaki riskler bilim bazlı uluslararası standartlar ve yasal düzenlemeler ile yönetilirler. Bu sayılanların uygulandığı ölçüde de insan sağlığı korunur. Yeni bir bilimsel gelişme olduğunda da bu bulgu uygulamalara yansır. Ülkemizde gıda güvenliği konusundaki tartışmalardan amaç toplum yararına bir sonuç çıkartmaksa, bu tartışmaların tarladan/çiftlikten/denizden çatala kadar olan süreçte dünya standartlarının uygulanmasındaki eksiklikler üzerinde olması gerekir. Ülkemizde gıda konusunda kaosa doğru giden bir bilgi kirliliği mevcuttur. Bu süreçte önemli bir etken konudan sorumlu kamu yönetiminin bilim dışı, akıl dışı iddialar karşısında toplumu bilgilendirmekte geç ve etkisiz ya da tamamen sessiz kalmasıdır. Bu yapısal sorunun çözülmesi gelişmiş ülkelerdeki örneklerinde olduğu gibi, ülkemizde de toplumun güvenini kazanmış EFSA, FDA benzeri bağımsız bir gıda otoritesinin kurulmasına bağlıdır.