Ankara’da 7-9 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen 8. Gıda Mühendisliği Kongresi’nde, tarladan çatala gıda zinciri tüm boyutlarıyla masaya yatırıldı.
Gıda Mühendisleri Odası’nca iki yılda bir düzenlenen Gıda Mühendisliği Kongresi‘nin sekizincisi 7-9 Kasım’da Ankara‘da gerçekleştirildi. Gıdanın sofraya gelene dek geçtiği tüm evrelerde ve bütün boyutlarıyla ele alınıp tartışıldığı, üç gün süren etkinliği açış konuşmasında Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Petek Ataman, medyada son zamanlarda giderek artan ve her biri birer şehir efsanesi hızıyla yayılan sansasyonel söylemlere dikkat çekti. “Gıda mühendisleri katkı maddesi kullanıyor, hayvan beslemeciler tavukları çift çift yumurtlatıyor; o halde biz iyisi mi bilimi bir kenara bırakıp, kendi gıdamızı kendimiz üretelim!” yaklaşımıyla tüketicilerin alabildiğine yanlış yönlendirildiğine işaret eden Ataman, dünyada gıda bilimi ve bu bilim ışığında bilgi ve donanımını hizmete dönüştüren gıda profesyonelleri olmasa neler olabileceğini herkesin iyice düşünmesi gerektiğini söyledi.
GIDA BİLİMİ OLMASAYDI BESLENME ŞANS OYUNUNA DÖNÜŞÜRDÜ
Gıda bilimi ve gıda profesyonellerinin “yokluğu” halinde olabileceklerden bazılarını Ataman şöyle sıraladı: “Güvenilir gıdaya ulaşmamız tesadüflere kalır, beslenme bir şans oyunu halini alırdı. Akşam yemeğini hazırlamak için belki de bütün bir günü harcamak gerekirdi! Dengeli ve yeterli beslenme için bir gün içinde tüketmemiz gereken ürünlerin çoğuna ulaşmak hayal olurdu. Almamız gereken besin öğelerini şans yoluyla hesaplardık. O durumda da diyabetliler, çölyak hastaları, laktoz hassasiyeti olanlar ne yapardı, varın siz düşünün! Balkonlarımızda inek beslemek, tarla açmak mümkün olmadığına göre gıda bilimine sıkı sıkıya tutunmaktan başka çaremiz yok. Ayrıca gıdaları bir yerden bir yere nakletmek, güvenilirliğini sağlamak için yapılması gerekenleri de unutmamak gerekir; bunların hiçbirini de yapamazdık.”
Gıdaların yarar ve zararları üzerine şehir efsaneleri üretmeyi bırakıp, herkesin kendi uzmanlık alanına yoğunlaşmasının daha doğru olacağını vurgulayan Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Ataman, “Kimse şunu unutmasın: Bir meslek grubu ya da bir uzmanlık grubu topyekün yanlış yapmak üzere yetiştirilemez. Tarımda, gıdada, toksikoloji alanında yüzlerce bilim insanı var. Bu insanların tümü yanlış, (medyada sürekli gündem yaratan) iki-üç kişinin anlattıkları doğru olamaz. Asıl bu tür iddia sahiplerinin bilimini sorgulamak gerekiyor. Eğer bilime inanıyorsak, yol gösterici kılavuzumuz bilim ise, o zaman bileceğiz ki, bu gıdalara ulaşmak için gıda mühendislerine ihtiyacımız var, veteriner hekime, ziraat mühendisine, kimya mühendislerine, biyologlara, saymakla bitmeyecek kadar çok meslek grubuna ve onların bilim ışığında yapacağı işlere ihtiyacımız var” diye konuştu.
Son dönemde TMMOB ve Mühendis Odalarını etkisizleştirmek ve devre dışı bırakmaya yönelik adımların peşpeşe geldiğini vurgulayan Ataman, meslektaşlarının haklarını korumak üzere emek piyasasına yönelik taban ücret uygulamaları yapan Mühendis Odalarının hedefe alındığını belirterek şunları söyledi: “Rekabet Kurumu bu konudaki incelemesinin ardından odaların emek piyasası üzerinde yetkileri olduğunu söyleyince, bu defa başka bir söylem geliştirerek, (Odalar olarak) yapmakta olduğumuz belgelendirmelerle ilgili (buna olanak veren) düzenlemeyi kaldırmaya yöneldiler. Eğer biz güvenli gıdaya ulaşmak için mutlaka bu sektörde çalışanların da denetlenmesi gerektiğine inanıyorsak ve bu bizim anayasal yetkimiz ve sorumluluğumuzsa, belgelendirme kaldırılsa da kaldırılmasa da, biz bu alanı denetlemeye devam edeceğiz. Odalar tam bu işin ortasındadır ve vazgeçilmezdir. Aksine bir arayış, büyük bir hataya götürecektir. Bizler mesleki denetim yetkisini Anayasadan alıyoruz, ayrıntı mevzuattaki düzenlemelerde yapılacak değişiklikler, kamu adına yapmaya çalıştığımız bu işi biraz daha zor hale getirir, ama görevimizi yapmaya engel olamaz. O nedenle bu görevi yapmaya devam edeceğiz. Bu piyasada üyelerimizin, meslektaşlarımızın gereği gibi çalışmasını sağlayacak çalışmaları yine de yapacağız.”
NE YESEK DE KANSER OLMASAK?
Açılış oturumu konuşmacılarından Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gıda ve Kontrol Genel Müdürü Prof. Dr. İrfan Erol da, gıdaların sağlık üzerindeki olumlu/olumsuz etkileri hakkında toplumun doğru iyi ve doğru bilgilendirilmesinin önemine vurgu yaptı. Bu konuda objektif olmayan öznel yaklaşımlarla yapılmış değerlendirme ve yorumların toplumda endişe ve panik yaratabileceğini belirten Erol, “Günümüzde öyle bir noktaya doğru ilerliyoruz ki; ne yeseniz kanser, ne yeseniz kısır oluyorsunuz! Bu konuların elbette konuşulması, tartışılması gerekir; ama somut, bilimsel verilere dayalı olarak bunu yapmak lazım. Bilim dünyası bunun için var zaten, akademik araştırmalar bunun için yapılır. O araştırmaların sonuçları değerlendirilir, ona göre de bir yol haritası belirlenir” dedi.
Dünya nüfusunun hiç olmadığı kadar hızlı büyüdüğünü, 2050 yılında 9,5 milyarlık bir dünya nüfusu öngörüldüğünü anımsatan Prof. Dr. Erol, nüfusu oluşturan her bir bireyin sağlıklı ve güvenilir gıdalarla beslenme hakkına sahip olduğunu belirtti. Açlığın dünyada hala güncel bir problem olarak varlığını koruduğunu, dünyadaki açlık profilinde geride kalan 20-30 yıl içinde de çok net bir değişiklik olmadığını ifade eden Genel Müdür İrfan Erol şöyle devam etti: “Dünya geneli itibarıyla bazı iyileştirmeler olmakla birlikte, Sahra altı Afrika’ya, Asya’ya baktığımızda esas itibarıyla açlıkla yüzyüze olan insanların sayısında kayda değer bir azalma olmadığını görüyoruz. Problem yeterince üretmemek değil paylaşım problemi. Türkiye bu anlamda bakıldığında oldukça iyi coğrafi lokalizasyona sahip bir ülke durumundadır. Yalnızca kendi nüfusunu doyurmakla kalmıyor, ülkeye gelen 30 milyondan fazla turisti besliyor, aynı zamanda dünyanın birçok ülkesine de değişik kategorilerde gıda ürünü ihraç ediyor. Ve bu ihracat artarak devam ediyor. Bunun sürdürülebilir ve çevreyle uyumlu olması lazım. Aynı zamanda bilimsel teknolojiye de açık olması lazım ki, uzun vadede devam ettirilebilsin.”
KRAL ÇIPLAK
Kongrenin konuşmacılarından Ziraat Mühendisleri Odası eski Başkanı, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın ise, Türk çiftçisinin son 10 yılda ‘Trakya’nın iki katı genişlikte’ (35 milyon dönüm) ekilebilir alanı işlemekten vazgeçtiğini, ülkenin tarım ve gıda sanayi ithalatına her yıl 20 milyar TL para ödediğini anımsatarak, “Çiftçiyi iflas ettiriyoruz, Türkiye’yi bir ithalat cenneti haline getiriyoruz, ondan sonra da, ‘kendi kendine yeten, 30 milyon da turist besleyen ülke’ öyküleri anlatıyoruz. Birbirimizi hiç kandırmayalım. Kral çıplaktır!” diye konuştu. Türkiye’nin kendisini doyuramadığını ve bunu gizlemeye çalışarak bir yere varılamayacağını öne süren Günaydın, ‘70 milyona ilaveten 30 milyon da turist doyuruyoruz’ demekle verilere ve rakamlara yabancı olunduğunun ifade edildiğini anlattı.
“Türkiye ortalama bir yılda 3 milyon ton buğday ithal eder. Bunun 4,7 milyon tona ulaştığı yıllar olmuştur. Ortalama bir yılda 1 milyon tondan fazla mısır ithal ederiz. Soya ithalatımız 2 milyon tona, çeltik ithalatımız 500 bin tona yakındır. Pamuğa ödediğimiz para 1 milyar doların üzerindedir” diyen Gökhan Günaydın, 1980 yılında 44 milyon olan ülke nüfusunun bugün 77 milyona ulaştığını belirterek şunları kaydetti: “Her yıl aşağı yukarı 1 milyon nüfus artırmışız. Buna karşın 1980’den 2013’e bu memleketin koyun sayısı 50 milyondan 25 milyona, keçi sayısı 19 milyondan 6.5 milyona, manda sayısı 1 milyondan 80 bine, sığır sayısı ise 16 milyondan 13 milyona düşmüştür. O yüzden bu memleket dünyanın bütün ülkelerinden ithalat yapar. Elimizdeki tüm veriler bize şunu söylüyor: Türkiye tarım ürünlerinde, yani tarımsal hammaddede net ithalatçı, gıda sanayinde de net ihracatçı bir ülkedir. Ha, şunu söyleyebilirsiniz: ‘Kardeşim, bu memleket 4,7 milyon ton buğday ithal ediyor ama bunun karşılığında da un ihraç ediyor. Doğrudur. Peki ben soruyorum: Un ihracatı için gerekli buğday hammaddesini bu topraklar üretemez mi? Bu memleketin yılda ortalama 2 milyon ton soya talebi varken soya üretiminde 125 bin tonu bile yakalayamamak neyle açıklanabilir? Türkiye neden yılda 1 milyon ton mısır ithal ediyor? Niye çeltikte kendimize yetemiyoruz? Hayvancılık alanında da durum çok farklı değildir: Ortalama bir Avrupalı yılda 75 kg kırmızı et tüketir, ortalama bir Türk insanı ise 10 kg. Ortalama bir Türk insanı, ortalama bir Avrupalı kadar kırmızı et tüketecek olsa bugünkü üretiminizi beş katına çıkarmanız gerekir. O halde ‘Biz kendi kendimize yetiyoruz, dolayısıyla sorun yok!’ nasıl diyebilirsiniz? Gerçek şu ki; insanlar yeterli alım gücüne sahip olmadıkları için et talebinde bulunamıyorlar. Alım gücünü et talebinde bulunabilecek noktaya getirseniz, ‘Padişahım çok yaşa!’ yerine, ‘Kral çıplak!’ demeye başlayacaksınız.”