Mehmet Erbak: Son nefesimi maden suyu fabrikamızda vermek istiyorum
03/05/2016 - 11:14:00
Efsane Uludağ Gazozu’nun üreticisi olan Uludağ İçecek A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erbak, çocukluğunun şeker çuvalları ve gazoz şişeleri arasında oynayarak geçtiğini, kamyon kasalarından inmediğini belirterek, "Bu yüzden hep söyledim ve söylemeye devam edeceğim: Allah canımı maden suyu fabrikamızda alsın. Orada son nefesimi vereyim” diyor.
Bursa, gerek tarihi, gerekse dünya çapında çıkardığı markalarıyla tanınan ülkemizin en önemli şehirlerinden biri. Uludağ Gazozu, Erbak ailesinin Bursa’dan tüm dünyaya tanıttığı bir marka. 1930 yılında Mehmet Hakkı (Erbak) Bey tarafından kurulan Erbak – Uludağ İçecek A.Ş., bugün itibariyle 6 kategoride ürettiği 38 çeşit ürünü 5 kıtaya ihraç eder konuma geldi. Şu anda Erbak ailesinin 3. ve 4. kuşak fertleri tarafından yönetilen şirketin başında Mehmet Erbak bulunuyor. Uludağ’da sadece gazoz ve maden suyu üretmediklerini, aynı zamanda bir kültürü yaşattıklarını vurgulayan Mehmet Erbak ile firmanın Yenice Fabrikası’nda bir araya geldik. Yüzü devamlı gülen bu “gönül adamına” biraz Uludağ’ın çalışmalarını, biraz da özel hayatını sorduk. İlgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz bir söyleşi oldu. Keyifli okumalar.
7’den 70’e herkesin severek tükettiği Efsane Uludağ Gazozu ve Uludağ Maden Suyu’nu üreten ailenin 3. kuşak temcilcisisiniz. Sektör sizi yakından tanıyor ama genç okurlarımız için kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
1993 yılından beri Uludağ İçecek bünyesinde Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyorum. 1950 yılında Bursa’da doğdum. İlkokulu Bursa’da bitirdikten sonra, orta ve lise öğrenimimi Saint-Joseph Lisesi’nde tamamladım. 1972 yılında Nancy IUT Gıda Teknolojisi Bölümü’nü, 1978’de Bursa İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdim. Fiili olarak ortaokul yıllarından beri Uludağ İçecek bünyesinde çalışıyorum. 1972 – 1974 yılları arasında Fabrika Müdürü, 1974 – 1993 yılları arasında Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev aldım. 7 Eylül 1993’te babamın vefatından bugüne kadar Uludağ İçecek Grubu Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütmekteyim. 2002 yılından itibaren Fransa’nın Bursa Fahri Konsolosluğu görevini yürütüyorum. Fransızca, İngilizce, az da olsa İtalyanca biliyorum ve İspanyolca’yı da anlayabiliyorum. Ayrıca, Nuri Erbak Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanlığı, Bursa Türk – Fransız Alliance Française Kültür Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı, Bursa Kültür Turizm Sanat Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı, Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği ve ÇEVKO Çevre Koruma ve Ambalaj Atıklarını Değerlendirme Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı gibi çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görevlerim var. Evli ve 2 çocuk babasıyım.
AVRUPA’DA İLK 5’E GİRECEĞİZ
Ülkemizin köklü şirketlerinden biri olan Uludağ İçecek’in bugün itibariyle sektöründeki yerinden söz edebilir misiniz?
Başta Efsane Uludağ Gazozu ve Uludağ Limonata olmak üzere tüm içecek çeşitlerimizi, Bursa'nın Yenice Sanayi Bölgesi'nde 30 bin metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 80 bin metrekarelik bir alan üzerinde kurulu olan meşrubat fabrikamızda üretiyoruz. 1912 yılından beri Uludağ Çaybaşı Köyü'nde şişelenen Uludağ Doğal Maden Suyu ve doğal maden suyundan üretilen Uludağ Frutti çeşitlerimizi ise, 12.500 metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 70 bin metrekarelik alana yayılmış olan tesislerimizde üretiyoruz. 9 adet devasa üretim hattımız mevcut. Bu hatları olabilecek en büyük kapasiteli makinelerle donatıyoruz. Nisan sonu itibariyle cam şişede saatte 240 bin şişelik üretim kapasitesine ulaşacağız. Pett şişede de saatte 240 bin litrelik kapasitemiz var. Bunun yanı sıra saatte 36 bin kutu kapasitesine ulaşmış durumdayız. Bu kapasite rakamları belki uluslararası şirketlerle mukayese edildiğinde mütevazi gözükebilir ama Bursa’da doğmuş bir aile şirketinin faaliyetleri olarak bakıldığında dünyanın neresine giderseniz gidin ciddi rakamlar olarak değerlendirilir.
Maden suyu ve alkolsüz içecek kategorisinde faaliyet gösteren aile şirketleri arasında Avrupa’da ilk onda yer alıyoruz. Önümüzdeki 3-4 yıl içinde ilk 5 içine girmeyi hedefliyoruz. Buna yürekten inanıyorum. Yıllık ciromuz 200 milyon dolar civarındadır. Bunun ’lik bölümünü ihracattan sağlıyoruz. 40’tan fazla ülkeye 5 kıtada ürün satıyoruz. Maden suyu, meyve aromalı ve meyve sulu maden suları, gazlı içecekler, gazsız içecekler ve kaynak suyu gibi 6 kategoride 38 farklı ürünümüz bulunuyor. Kaynak suyu üretimine geçtiğimiz yılın nisan ayında başladık. Suyumuzu öncelikli olarak HORECA pazarına sunuyoruz. Fabrikalarımızda, dağıtım ve pazarlama ekibimizde 1100 kişiyi aşkın bir istihdamımız var. Üstün teknoloji ile donatılmış üretim tesislerimizde çalışan sayımız 300’ü geçmez. Taşeron işçi çalıştırmayız, bunu gururla söylemek isterim.
KALİTEYE HARCADIĞIMIZ PARAYLA
HER YIL BOĞAZDA BİR YALI ALABİLİRİZ
Ürünlerinizin pazardaki satış rakamları bugün ne durumda?
Limonatada %60’lık pazar payıyla kategorinin lideriyiz. Maden suyunda -14’lük pazar payıyla üçüncü sırada bulunuyoruz, aromalı maden sularında ise ’luk payla birinciyiz. Gazozda ise %20’lik payla ikinci markayız. Bunlar evlerdeki tüketimle ilgili verilerdir, HORECA dediğimiz ev dışı tüketim pazarı maalesef Türkiye’de araştırılmıyor. Bizim için pazarda bir puan aşağıda ya da 1 puan yukarıda olmanın pek önemi yok. Yapılan araştırmalar Uludağ’ın müşteri memnuniyetini en yüksek sağlayan marka olduğunu ortaya koyuyor. Bunu her zaman büyük bir gururla söylüyorum. Bu başarımızın altında ise kalite inancımız ve insana olan saygımız yatıyor. Bütün ürünlerimizde doğal aroma ve Türk köylüsünün ürettiği şeker pancarından üretilen sakaroz şekerini kullanıyoruz. Bunların dışında hiçbir biçimde, diyet mamullerimiz hariç yapay tatlandırıcı kullanmıyoruz. Zaten bunu da ürün etiketlerinde büyük puntolu yazılarla beyan ediyoruz. Ürün etiketlerinde “sakaroz veya fruktozdan üretilmiştir” ibaresi kullanılıyor. Bunun doğrusu etikette ‘veya’ yerine, müşterek kullanılan tatlandırıcı varsa ‘ve’ bağlacının kullanılması ya da sakaroz kullanıldıysa sakarozun, fruktoz kullanıldıysa fruktozun, başka bir madde kullanıldıysa münhasıran bu tatlandırıcının isminin yazılmasıdır. Bunlar karıştırılarak ürüne giriyorsa, bu durumda da oranlarının okunur bir şekilde belirtilmesi gerekmektedir. Bu hem tüketicinin korunması hem de firmaların ve sektörün saygınlığı açısından çok önemlidir. Ancak bu konuda ülkemizde bir karmaşa ve sorun yaşanıyor. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızın bunu en kısa zamanda çözüme kavuşturacağına inanıyorum. Şunu belirtmek isterim; tatlandırıcılar arasında ciddi fiyat farkı bulunuyor. Biz bunu göze alarak kaliteli ve sağlıklı üretime değer veriyoruz. Yukarıda da belirttiğim gibi, üretimlerimizde yalnızca Türk köylüsünün ürettiği şeker pancarı şekeri kullanmamızın bize maliyeti, her yıl İstanbul Boğazı’nda çok güzel bir yalıyla eşdeğerdir. Bizi tercih eden Türk ulusuyla bunu paylaşmaktan gurur duyuyoruz.
Komşu ülkelerde yaşanan savaş ihracatınızı nasıl etkiliyor?
Bahsettiğiniz bölgelere savaş nedeniyle ihracatımız tamamen durdu, yalnızca Irak’a ihracatımız çeşitli zorluklarla devam ediyor. AB hariç gümrük duvarlarının çok yüksek olması önümüzdeki çok önemli başka bir engeldir. İkili ticaret anlaşmaları yapılırken ürün gamımızın da anlaşmaya dahil edilmesine ihtiyacımız var. Alkolsüz içeceklerin, maden sularının ve kaynak sularının karşılıklı olarak sıfır gümrüğe girmesini talep ediyoruz. Biz başka ülkelere onlar da bize ürünlerini satabilsin. Rekabetten korkmuyoruz. Ama karşımıza rekabeti zorlaştıracak duvarlar çıktığında bir yerden sonra gücünüz yetmeyebiliyor. Özellikle maden suyu sektörünün önünün açılması çok önemli çünkü dünyanın sayılı kaynaklarına sahip ülkelerinden biriyiz.
“Uludağ bugün 5 kıtada tüketiliyor. İnsan yaşasa Antartika’ya da mal satardım. Avustralya’da Türk dönercisinde Uludağ Gazozu var. Almanya’da, ABD’de ürünlerimizi bulabilirsiniz. Avrupa’daki pazarımız 1976 yılından beri büyüdüğü için bulunabilirliğimiz çok yüksek. Bu da AB ülkelerinde rekabet hukukunun güçlü olmasından kaynaklanıyor.”
GÜNDE 2 LİTRE MADEN SUYU İÇİYORUM
Peki siz günde ne kadar maden suyu içiyorsunuz?
Sabahtan akşama devamlı maden suyu içerim, rahmetli babam da gün boyu maden suyu içerdi. Maden suyu içmenin birçok faydası var. Burada en önemli kriter maden suyunun hangi parametrelerde olduğudur. Ben 66 yaşında bir insanım ve yıllardır tansiyon sorunum var. Uludağ Maden Suyu’nun içindeki sodyum oranı son derece makuldür. Litresinde 160 miligram sodyum bulunuyor. Günlük sıvı ihtiyacımı maden suyundan temin ediyorum, yaklaşık 1,5 – 2 litre içiyorum. 200 miligram başka bir deyişle 0,2 gram sodyum alıyorum. Zaten bir insanın günde 4 gram sodyum alması lazım. Maden suyu, asidik ortamda eriyen böbrek taşlarını temizler. Bunun yanı sıra içinde yüksek oranda bikarbonat vardır yani alkalidir. Üretilen bir ürünün hem alkali hem asidik olması mümkün değildir, bunu insan üretmez. Maden suyu düşük PH’lı bir içecek olup, Allah’ın bize bahşettiği bir zenginliktir. Maden suyundan ayrıca kalsiyum ve magnezyum gibi elementleri alıyoruz. Magnezyum kalp ilacı gibidir, kalsiyum da kemikleri güçlendirir. Yaşlı insanların en büyük sorunu kemik erimesidir. En değerli alkollü içkilerden konyak 25-30 yılda, şampanya 20 yılda yapılırken, maden suyu kendiliğinden 40-50 yılda oluşuyor. Bu büyük bir zenginlik.
Dergimizin Bilimsel Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Pala sizin için, “Mehmet Erbak çok zevk sahibidir, çok gezer ve yaşamdan keyif almasını bilir” derdi. Seyahat tutkunuzu biliyoruz. Nereden geliyor bu tutkunuz?
Mehmet Hocam sağ olsun teveccüh göstermiş. Bu biraz da aile genlerimizde olan bir şey. Dedem de, babam da çok gezermiş. Hatta 1960’lı yıllarda babam annemle beraber dünyanın etrafını 3 defa dolaşmışlar. Babamın, annem olmadan tek başına bir yerlere gittiğini hiç hatırlamam. Sanırım bu tutku onlardan bize geçmiş. Yeni yerler keşfetmek bana ayrı bir mutluluk ve keyif veriyor. Bu alışkanlık çocuklarıma da geçti. Bizim dışımızda eşimin ailesi de gezmeyi çok sever. Geçen gün eşimle hesapladık; son 3 ayda sadece büyük seyahatlerimizde 60 bin km’yi geçmişiz.
ANTARTİKA’DA 4 BİN KARE FOTOĞRAF ÇEKTİM
Sizin en büyük özelliklerinizden biri de fotoğrafçılığınız. Gittiğiniz yerlerden binlerce kare fotoğraf çektiniz. Bu hobiniz nasıl gelişti?
Tesislerimizin her yeri fotoğraflarla doludur. Albümler dolusu fotoğrafımız var. Babam da genç yaşta fotoğrafla ilgilenirmiş. Dünyanın hemen her tarafına seyahatler yaparak, buralardan ‘dia’ ve ‘Süper 8’ filmler çekerdi. Bunların hepsi bizde mevcut. Ben ise 16 yaşında babamın makineleriyle fotoğraf çekmeye başladım. İlk profesyonel fotoğraf makinem olan Canon AE1’i 26 yaşındayken aldım. Benim dışımda eşim ve kızım Ceylin de çok güzel fotoğraf çekerler. Oğlum Nuri Cem de iyi fotoğrafçıdır ama biraz tembellik ediyor. Genelde benim ya da kardeşinin makinelerini kullanıyor. Fotoğrafçılık da genlerimizde olan bir şey. Beş yıldır babamın anısına, benim ve Ceylin’in çektiği fotoğraflardan oluşan bir takvim basıyoruz ve bu takvimleri her yıl 3000 dostumuzla paylaşıyoruz. Bu sene takvimin basımında bir gecikme oldu ve dostlarımız beni veya kızımı arayıp “ne oldu, neden takvimimiz gelmedi?” diye sordular.
Günümüzde fotoğraf makineleri ve objektifler çok gelişti. Gördüğünüz her şeyi rahatlıkla çekebiliyorsunuz. Yılda 20 – 25 bin kare fotoğraf çekiyorum. Geçtiğimiz şubat ayında Antartika’ya gittim. 3 bin 800 kare fotoğraf çektim. 8 kiloluk ekipmanla gün boyunca dolaşıyorum. Bu benim en büyük zevkim. İnsan yürüyebildiği ve sağlıklı olduğu sürece bunu rahatlıkla yapabilir. Günümüzde makineler de hafifledi. Herkese tavsiye ediyorum.
Sizinle yapılan röportajlarda “son nefesimi maden suyu fabrikamızda vermek isterim” diyorsunuz. Bunu hangi hislerle söylediniz?
Hayatımda çok önemli 2 yer vardır. Bunlardan biri 7 ceddimin doğup büyüdüğü Orhan Mahallesi’dir. Osmanlı döneminde Bursa’nın en güzel ve değerli eserleri buraya yapılmış. Bu mahallede bulunmak, havasını koklamak insana ayrı bir huzur veriyor. Diğeri de maden suyu fabrikamızdır. Benim için çok kıymetlidir. Çocukluğum şeker çuvalları ve gazoz şişeleri arasında oynayarak geçti. Kamyon kasalarından hiç inmezdim. Bu yüzden hep söyledim ve söylemeye devam edeceğim: Allah canımı maden suyu fabrikamızda alsın. Orada son nefesimi vereyim. Bunu söylemekte bir sakınca görmüyorum.
BANA KİMSE BİR SIRDAN BAHSETMEDİ!
Efsane Uludağ Gazozu’nun sırrı size defalarca soruldu. Ben size bu sırrı nasıl sakladığınızı sormak istiyorum?
Geçtiğimiz günlerde Yenice Fabrikamız’da Nuri Erbak Eğitim ve Kültür Vakfı’nın ortaokulunda okuyan öğrencileri ağırladık. Aynı soruyu onlar da sordu. Ben de onlara “Valla ben de bilmiyorum. Kimse bana böyle bir sırdan bahsetmedi. Biri saklıyor galiba” dedim. (Gülüyor)
İçecek ve maden suyu sektörünün şu anki durumu hakkında neler düşünüyorsunuz?
Kendi firmamızdan yola çıkarsak, dünyadaki en üst teknolojiyi tesislerimize kurmuş durumdayız. Bütün ekipmanlarımız ve AR-GE’miz Rolls – Royce kalitesindedir. Meslektaşlarımız içinde yüksek teknoloji kullanan ve kullanmayanlar var. Sadece yüksek seviyelerde makine satın almakla da bu iş bitmiyor. Bilgi, görgü ve meslekten gelen deneyim çok önemlidir. Bizim arkamızda 100 yıllık bir birikim var.
“Bizim en önemli özelliklerimizden biri de gelenek ve göreneklerimize sıkı sıkıya bağlı olmamızdır. Çalışanlarımızla karşılıklı özel bir sevgimiz var. Şirketimizde şu anda kıdem ortalamamız 19 yıl. Bizimle birlikte çalışmaya gelen her personele ‘İnşallah emekliliğini görürüm’ diyorum. Tabii bu yolla kendime de bir pay çıkarıyorum ve 30 yıl kadar ömrüme ekliyorum.”
BAŞARI, İNSANA SAYGI VE KALİTEDEN GEÇİYOR
Gelecekte kendi firmasını kurmayı düşünen gençlere hangi tavsiyelerde bulunursunuz?
Bizim sektöre girmeyi hiç düşünmesinler çünkü raflarda yer yok. Şaka bir yana genç arkadaşlarımıza hangi iş olursa olsun daha işe başlamadan mutlaka pazar etüdü yapmalarını tavsiye ediyorum. Üretecekleri veya satacakları ürüne bir “ihtiyaç var mı – yok mu”, “o ürüne olan müşteri eğilimi nedir?” gibi soruların cevabını bulmalılar. Yeterli sermayelerinin olması ve satacakları ürün hakkında bilgi sahibi olmaları da çok önemlidir. Dağıtım ve pazarlama ağlarının güçlü olması çok büyük önem teşkil etmektedir. Çünkü üretmek, satış ve dağıtım hepsi ayrı süreçler. Bunların her biri ayrı bir bilim dalı. Ayrıca çok iyi muhasebe bilmiyorlarsa hiçbir işe girişmesinler. En kötü yanlarında çok iyi muhasebeci çalıştırmaları şart. Çünkü muhasebe sadece bir kayıt değil, işletmenin finansal fotoğrafıdır. Bunlara ek olarak insana saygıdan ve ürettiği ürünün kalitesinden asla taviz vermemeliler. Ülkemizde bugün para çok pahalı. düşmesi de çok mümkün değil. Yoğun nüfus artışının olduğu ve kaynakların yeterli olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu şartlarda belli yerlere gelmenin pek mümkün olmadığı kanaatindeyim. Mesela ben bugün sıfırdan başlayarak bir Uludağ markasının yaratılabileceğine inanmıyorum. Bu yüzden genç arkadaşlarımız büyük riskler almadan, doğru bir stratejiyle yola koyulsunlar.
KÖYLERE YOL YAPTIK, ELEKTRİĞİNİ GETİRDİK
Maden suyunun dağlık alanlarda ve volkanik arazilerde çıktığını belirten Mehmet Erbak, bu sebeple bu sektörde faaliyet gösteren işletmelerin erişimi çok zor olan yerlere kurulmuş olduğuna dikkat çekiyor. 1930 yılına ait ilk imtiyaz sözleşmelerinde, fabrikadan ana yola kadar tüm yolları işletmenin yapma zorunluluğunun bulunduğunu kaydeden Erbak, “Aslında yol yapmak devletin görevidir. Ancak biz yaptık. Köy yollarının asfaltlanmasını sağladık. Yine 1980’lerde, 1990’larda köylere elektriği ve telefon hatlarını biz getirdik. Hatta Turkcell’in uydusunun ilk 2 yıllık kirasını biz ödedik. Bunlar bizim görevimiz değil ama işimizi çok seviyoruz. Uludağ markası bulunduğu yöreye de büyük katkı yaptı. Bu büyük bir aşk” diye konuşuyor.