Gıda sanayi sosyal inovasyonu ürüne yansıtmalı
13/02/2017 - 16:00:00
Genetik yatkınlık olsa bile diyet, fizik aktivite ve psikososyal fenomenler gibi obezitenin ortaya çıkıp çıkmayacağını belirleyen pek çok çevresel faktörün bulunduğunu belirten Prof. Dr. Nezih Hekim, yeni ve sağlıklı gıda üretim yollarının geliştirilmesinin önemine dikkat çekerek, sosyal inovasyonun ürüne yansıtılması gerektiğini vurguladı.
Gıda Teknolojisi Dergisi’nin Bilimsel Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Pala tarafından düzenlenen ve Türk gıda sanayinin önde gelen isimlerinin katıldığı 2017 yılının ilk “Kahvaltı Sohbetleri” toplantısı, 31 Ocak Salı günü İstanbul Ataşehir’de bulunan Mardinliler Eğitim ve Dayanışma Vakfı (MAREV) Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. Etkinlikte Biruni Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr.Nezih Hekim “Beslenmede genetik faktörler” konulu bir konuşma yaptı.
Türkiye’de her iki kişiden biri obez veya şişman
Toplantının açılışında konuşan Prof. Dr. Mehmet Pala, Türkiye’de her iki kişiden birinin şişman veya obez olduğunu belirterek, beslenme konusunun çok önemli bir noktaya geldiğini söyledi. Günümüzde obezite ve beslenme bozukluklarıyla etkin mücadelenin kaçınılmaz olduğuna dikkat çeken Pala, “İnsanların sağlığı ve kaliteli bir hayat sürdürmelerinde beslenme çok önemli. İnsanlara devamlı ‘az yemeleri ve çok hareket etmeleri’ söyleniyor. Obeziteyle ya da beslenme bozukluklarıyla bu şekilde mücadele etmek mümkün değildir. Çünkü obezite son derece kompleks bir konu, farklı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Psikolojik, genetik ve çevresel faktörlerin ele alınması gerekiyor. Bu sebeple Prof. Dr. Nezih Hekim, beslenmede genetik faktörleri anlatacak. Bizlerle birlikte olduğu için kendisine çok teşekkür ediyorum” dedi.
“Alın yazımız genlerimizde yazılı”
Sunumuna J.D. Watson’un, “Uzun yıllar alın yazımızı yıldızlarda aradık, bugün ise alın yazımızın büyük ölçüde genlerimizde yazılı olduğunu fark ettik” sözünü hatırlatarak başlayan Prof. Dr. Nezih Hekim, İnsan Genom Projesi ile birlikte çok sayıda canlının genomunun deşifre edildiğini ve “DNA”’nın halkın günlük yaşamında yabancı olamadığı sıradan bir kavram haline geldiğini anlattı. İnsanın ne kadar yaşayacağı, boyu, görünüşü, gözlerinin rengi, karakteri, sesi gibi unsurların hepsini bir tür alın yazısı olarak nitelendiren ve doğmadan önce kodlandığını vurgulayan Hekim,
bu yazılı kodların hücre çekirdeğinde genom denilen bir kütüphanede tutulduğunu aktardı. Bir insanın iştahının çok olup olmayacağına, şişmanlayıp şişmanlamayacağına karar veren genler olduğunu açıklayan Hekim, “Hiçbir insan şişmanlamak için yemek yemez. Beyni ona ‘acıktın yemek ye’ dediği için yer. Biraz sonra yemek yemeğe başlayan insanın beyni, ‘tamam doydun artık daha fazla yemek yeme’ der. Endokannabinoidler sana ‘yağlı ye’, Enterostatin ise ‘tamam yeter yedin dur’ der. Endorfinler ‘şekerli ye’ der, insülin tamam için ‘baydı daha fazla şeker yeme’ der. Eğer böyle bir mekanizma olmasaydı insan beslenemediği için ölürdü. Yemek yemeyi durduran leptin sinyali eğer gelmezse kişi sonsuza kadar yiyebilir” şeklinde konuştu.
Şişmanlamaya yönlendiren 228 obezite geni var
Bireyi şişmanlamaya ve yağ depolamaya yönlendiren 228 obezite geni ve bu genlerin gösterdiği binlerce polimorfizm olduğunu açıklayan Profesör Nezih Hekim, “Neden bu kadar çok obezite genini barındırdığımızı sorabilirsiniz. Geçmişte obezite insanların hayatta kalmasını sağladı. İnsan bugüne değin (bazıları 1-1.5 yıl süren) birçok buzul dönemi ile karşılaştı. İnsanların birçoğu bu buzul dönemlerindeki uzun açlıklara dayanamayarak ölürken bazıları da hayatta kaldılar. İşte bugün yaşayan bizler o sağ kalanların torunlarıyız. Bu uzun açlıklara dayanabilenler, bugün için ideal vücut ölçüleri olan insanlar değil, muhtemelen bildiğiniz obezlerdi. Bir başka deyişle, obezler hayatta kaldılar ve genetik olarak seçildiler. Bu nedenle obeziteye ilişkin çok sayıda polimorfik genle yaşıyor ve bunları gelecek nesillere aktarıyor olabiliriz. Antroplog James Neel buna ‘tutumlu genler’ diyor” ifadelerini kullandı.
“İş beyinde başlıyor, beyinde bitiyor”
Aşırı yeme isteği ve doymamanın altında şişmanlarda, şişman olmayanlardan farklı bir genetik yapı olduğunun altını çizen Nezih Hekim, “Örneğin, Leptin genindeki mutasyona bağlı obezite. Bu obezite cinsi sadece tek bir gendeki mutasyona bağlıdır. Diğer bir deyişle tek gen hastalığıdır. Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir özellik var. Tek gen hastalıklarına bağlı obeziteler nöroendokrin ve mental retardasyon gibi ağır bilişsel bozukluklarla birlikte seyrediyor. Obeziteye ilişkin bu mutasyonların bir çoğunun 100000’de 1 gibi son derece az görülen birer tek gen hastalığı oluşu göz önüne alındığında, bu tek gen hastalıklarının toplumda %30 oranlarında gözüken obezite oranını açıklayamayacağı çok açıktır” ifadelerini kullandı. Dünyadaki en kapsamlı obezite-gen araştırmasını yapan Profesör Elizabeth Speliotes’in, bu çalışmayı yayınladıktan sonra, şişman hastaların diyetisyene değil, nöroloğa gitmesi gerektiğine inanmaya başladığını söylediğini dile getiren Hekim, “Bilim adamları bu hastalığın metabolik temeli olduğu kadar beyinsel, nörolojik temelinin de oluşu; iştah, tat ve kokuların öğrenilmesinden aşırı yeme isteğinin kontrol edilememesine kadar çok geniş bir alanda çalışılması gereğini vurguluyor. Yani iş beyinde başlıyor, beyinde bitiyor denilebilir” diye konuştu.
“Gıda sanayine önemli sorumluluk düşüyor”
Obeziteye yol açan tek gen hastalıklarının toplam ozesiteye katkısının %0.5, obeziteye yol açan endokrin hastalıklarının toplam obeziteye katkısının ise %5’ten az olduğunu aktaran Nezih Hekim sözlerini şöyle sürdürdü: “Sonuç olarak obeziteye ilişkin tek gen hastalıkları ve endokrin hastalıklar eskiden de vardı, şimdi de var. Bu değişmedi. Genetik yatkınlık da eskiden vardı. Bu da değişmedi. Ancak insanlık şimdi bu genetik yatkınlığın üzerine bina edilecek yeni çevresel faktörler keşfetti. Yaşamı kolaylaştırdığı sanılan endokrin bozucular var. Bunlar; Plastik damacanalar ile sulara karışan bisfenol-A, pet şişelerle içtiğimiz ftalatlar ve suların klorlanması ile ortaya çıkan perkloratlar. İnsanların daha az hareket etmesine yol açan ulaşım araçları, yürüyen merdivenler, yürüyen yolları; gıda endüstrisinin glukoz ve rafine yağ gibi keşfettiği iştahı artırıcı ve bağımlılığa yol açıcı maddeleri dikkate almalıyız. İnsanların genetik yatkınlıklarından istifade edecek bir sektör eklendiği zaman şişmanlık öldürücü bir hastalık haline geliyor. Bu sebeple gıda sanayine önemli görevler düştüğü kanaatindeyim. Yeni ve sağlıklı gıda üretim yollarının geliştirilmesi önem teşkil ediyor. Yani sosyal inovasyonun ürüne yansıtılması gerekiyor.”
Neslin sürmesi için yağlanma ve irileşme gerekli
Genetik yatkınlık olsa bile diyet, fizik aktivite ve psikososyal fenomenler gibi obezitenin ortaya çıkıp çıkmayacağını belirleyen çevresel faktörlerin bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Nezih Hekim, obezitenin, genetik ve çevresel parçaları ile çok etkenli bir hastalık olduğunu belirtti. Tıp dünyasının obezitenin fizyolojik, doğal bir uyum olmasıyla, hastalık olması arasındaki dengenin hastalık tarafına kayması olarak kabul ettiğini anlatan Hekim, “Olaya biraz daha yakından bakıldığında, kilo artışı ve yağlanmanın geçişte fizyolojik bir uyum olduğu görülür. Yağlanma ve irileşme olmadan kız çocukları ergenlik evrelerini geçirip doğurgan dönemi yaşayamazlar. Basitçe söylemek gerekirse, neslin sürdürülmesi için yağlanma ve irileşme gereklidir. Bu gerekli ve koruyucu bir mekanizmadır. Diğer bir deyişle, tüm insanların sınırlı bir dozda da olsa fizyolojik olarak obez olma potansiyelleri vardır” dedi.