Tarım ve gıdada ortak akla ihtiyaç var
18/06/2020 - 01:44:00
Gıda Teknolojisi Dergisi olarak gerçekleştirdiğimiz “Gıda Sanayinde Hammadde Temini ve Sorunları: Yeni Bir Model Arayışı” konferansında, tarım ve gıda sektörünün bugünkü durumu masaya yatırılırken geleceğe ilişkin önemli önerilerde bulunuldu.
Koronavirüs salgını dünyayı ve Türkiye’yi olumsuz yönde etkilerken, bu süreç yeni teknolojilerle tanışma fırsatları sunuyor. Özellikle internet üzerinden canlı olarak gerçekleştirilen konferanslar ve söyleşiler, korona günlerinde birçok sektörde evlerinde çalışmak zorunda olan insanlar için adeta buluşma noktası oluyor. Gıda Teknolojisi Dergisi olarak biz de modaya uyarak online konferanslar gerçekleştiriyoruz. Bu etkinliklerin ilki olan “Gıda Sanayinde Hammadde Temini ve Sorunları: Yeni bir Model Arayışı” konferansı, 13 Mayıs Çarşamba günü yapıldı. Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi ve dergimizin Bilimsel Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Pala’nın yönettiği konferansa; Aroma Gıda Sanayi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mahmut Duruk, Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis, Tunay Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Tuncer Kırtıloğlu ve Dünya Gazetesi Yazarı Rüştü Bozkurt katıldı.
Konferansın açılışında konuşan Prof. Dr. Mehmet Pala, korona salgınının kontrol altına alınmasından sonra her şeyin değişeceği yönünde çeşitli görüşlerin dile getirildiğini belirterek, salgının devam ettiğini ve henüz bir çıkışın nasıl sonuçlar doğuracağının bilinmediğini söyledi. Günümüz dünyasında insanoğlunun böyle bir krizle ilk defa karşı karşıya kaldığını ve bununla henüz yüzleşmediğini kaydeden Pala, bilim ve teknolojinin hayatı kolaylaştırdığını düşünürken, doğayı ve dünyanın sunduğu her türlü kaynağın insanlar tarafından hoyratça talan edildiğine dikkat çekti. Bu kaynakların en başında da tarım ve gıdanın geldiğine vurgu yapan Pala, “Türkiye çok büyük avantajları olan ancak çeşitli sorunlarla da boğuşan bir ülke. Tarım ve gıda sektörü deyince; 2 milyon kayıtlı olmak üzere toplamda da 3 milyon üretici, 13 bin üretici örgütü ve 40 bin civarında da küçük, orta ve büyük ölçekli gıda işletmesini kapsayan büyük bir sektörden söz ediyoruz. Sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan ülkemizin en önemli sektörlerinin başında gıda ve tarım gelmektedir” dedi.
“Türk tarımı irtifa kaybediyor”
Prof. Dr. Mehmet Pala
Türkiye’de tarımının ekonomiye katkısının 1980’li yıllardan 2010’lara kadar devamlı artarak 70 milyar dolarlara erişmesine rağmen, 2010’dan sonra tarımın yaratığı katma değerin gerilemeye başlayarak 2018 yılında 44 milyar dolara kadar düştüğünü açıklayan Prof. Dr. Mehmet Pala şöyle devam etti: “Bu gerilemeyi sadece kur artışları ve ekonomik göstergelerle açıklamak mümkün değildir. Son yıllarda tarımımızın irtifa kaybettiğini gözlemliyoruz. Çiftçi para kazanamıyor, gençler de tarımla uğraşmak istemiyor. Ülkemizde tarımda çalışanların yaş ortalaması 55 olarak kaydediliyor. Köylerde çiftçilikle uğraşanların sayısının azaldığı ve böyle giderse yakın gelecekte ne köy ne de köylü kalmayacağı konuşuluyor. Böyle bir tabloda da tarımın sorunlarını konuşmamızın elzem olduğu kanaatini taşıyorum. Bugünkü toplantımızda Covid-19’un tarım ve gıdaya etkilerinden bağımsız olarak ülkemiz için stratejik öneme sahip bu sektörlerde yaşanan genel sorunlara odaklanarak çözüm yollarını araştırmak istiyoruz.”
“Gıda arzı her zamankinden daha önemli hale geldi”
Mehmet Reis
Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı
Gıda Sanayinde Hammadde Temini ve Sorunları: Yeni Bir Model Arayışı konferansının ilk konuşmacısı olan Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis, içinde bulunduğumuz pandemi döneminin kesintisiz gıda arzını her zamankinden daha önemli hale getirdiğini söyledi. Bir ülkenin tarımda kendi kendine yeterli olmasının, gıda güvencesi ve gıda güvenliğinin vazgeçilmez öneme sahip olduğunu anlatan Reis, “Gelişmiş ülkelerin pandemi döneminde neredeyse aciz durumlarda kaldığını gördük. Dünya genelinde yaşanan iklim krizi, açlık ve yoksulluk, gıda güvenliği ve israf gibi zaman üstü olarak adlandırabileceğimiz birçok önemli sorunla karşı karşıyayız. Kırsal kalkınmada, sanayi sektörüne ham madde sağlamada ve ihracatta tarımın önemli bir rolü var. Tarım sadece ülkemizde değil dünyada da toplam iş gücünün üçte birinin geçim kaynağı olan ve toplumun her kesimini yakından ilgilendiren stratejik sektörlerden biri konumunda. ‘Son ağaç yok olduğunda, son ırmak kuruduğunda ve son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak’ şeklindeki Kızılderili sözü tam olarak içinde bulunduğumuz dönemi izah ediyor. Yani petrolde, silah teknolojisinde güçlü olmanıza rağmen eğer tarımda güçlü değilseniz bu bir şey ifade etmiyor. Bu yüzden tarımın çok önemli olduğuna vurgu yapıyor ve ülkemizin bu açıdan şanslı olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.
Türkiye’nin tarım açısından sahip olduğu büyük potansiyelini tam anlamıyla değerlendiremediğini belirten Reis, “Tarımsal üretim için kritik öneme sahip 4 mevsim ülkemizde yaşanıyor, bununla birlikte Anadolu bakliyat ve bulgur gibi ürünlerin anavatanı ve gen merkezi durumunda. Bunları en iyi şekilde değerlendiriyor olmamız lazım. Hem kendi ihiyacımız olan tarımsal ürünü üretebilme hem de bunları ihraç edebilme imkanına sahibiz. Çiftçimizin el emeği ve alın teriyle ürettiği bu ürünlere dünya piyasalarında ciddi talepler oluyor. Bilindiği üzere ABD ve Kanada dünyada pirinç ve bakliyatta söz sahibiydi. Biz dünya fiyatlarının üzerinde bakliyat ürünlerimizi satabiliyorsak ülkemizin tarım ürünleri ihracatında çok önemli yeri olduğunu anlayabiliriz. Türkiye olarak ABD, Hollanda, Almanya, Kanada ve Fransa gibi tarım ürünleri ihracatında ilk 10’a giren ülkelere ihracat yapıyorsak bu potansiyeli çok iyi değerlendirebilmemiz gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
“İklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkelerden biriyiz”
İklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkelerden birinin Türkiye olduğunun altını çizen Mehmet Reis, dünyada yılda 7 milyon insanın hava kirliliğinden öldüğünü, dolayısıyla bu gerçeğin kabul edilerek yönetilmesi gerektiğini ifade etti. Sürdürülebilir çevre yönetimi ve gıda güvenliği için su kaynaklarının kirletilmeden sağlıklı kullanılması gerektiğine vurgu yapan Reis, “Ayrıca sürdürülebilir tarım ve sağlıklı bir hayat için kendi ata tohumlarımıza ihtiyacımız var. Dünyada kullanılan şöyle yaygın bir söz vardır: ‘Tohuma sahip olan gıdayı, gıdaya sahip olan dünyayı yönetir.’ Tarım ve gıdada kendi kendine yeterlilik ulusal güvenlik kadar önemlidir” dedi. Ülkenin önemli sorunlarından birinin de köylerden kentlere göç olduğuna işaret eden Reis, “Bugün kırsal kesimde ülke nüfusunun %20’si yaşamaktadır. Bu %20’lik kesim 83 milyonu, ülkemizde misafir ettiğimiz sığınmacıları ve turistleri beslemek durumunda. Sayın Rüştü Bozkurt’un ‘Tarımda istihdam meselesine başka açılardan bakalım’ başlıklı yazısını da okudum. Biz maalesef tarımda teknolojiyi yeterince kullanamıyoruz. Dijitalleşmeyi ivedilikle yaygınlaştırmamız gerekiyor. Örneğin 1990 ile 2019 yılları karşılaştırıldığında çeltik üretimi %330 artış gösterdi. Bunun en önemli sebebi teknolojiyi çeltik üretimine entegre edebilmemiz. Bu yüzden bizim tüm ürünlerde teknolojiyi etkin kullanarak dekar başına verimliliğimizi yükseltmemiz önem teşkil ediyor. Bunun yanı sıra tarımsal üretimde kalite sağlayan destekleme modelini uygulamamız şart” diye konuştu.
Yurt içi tüketim ve stok sonucunu dikkate alıp ekim yapılacak çeşitli miktarlar belirlenerek etkin ve dinamik bir üretim planlamasının yapılması gerektiğini anlatan Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis sözlerini şöyle sürdürdü: “Üretimi yapılacak ürünlerin tohumları tarlaya atılmadan taban fiyatları açıklanmalı ve girdi maliyetleri kontrol altına alınmalı. Çiftçilerimizin borçlarının ertelenmesi önemli ama tek başına yeterli bir çözüm değildir. Tarımda teknoloji, dijitalleşme ve AR-GE’ye dayalı bir üretim ekonomisini benimsersek dünyanın en önemli gıda üreticilerinden ve tedarikçilerinden biri olabiliriz. Sürdürülebilir tarım uygulamaları için çiftçi, besici, üretici örgütleri, iş dünyası, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, basın, karar vericiler bir koordinasyon oluşturarak mevcut durumu gerçekçi biçimde ortaya koymalı ve yeni bir veri tabanı oluşturmalı. Böylelikle hem üreticiye hem de tüketiciye fayda sağlayacak bir sistem oluşturulabilir.”
“Organize tarım bölgeleri kurulmalı”
Mahmut Duruk
Aroma Gıda Sanayi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı
“Bir müsibet bin nasihatten iyidir” misali koronavirüs salgınının pek çok şeyin değerinin anlaşılmasını sağladığına dikkat çeken Aroma Gıda Sanayi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mahmut Duruk, bazı kesimler tarafından öcü gibi bakılan ambalajlı gıdanın ve yine belli odakların söylemlerinin tersine aşının insan hayatı için taşıdığı önemin farkedildiğini belirtti. Pandemi sürecinde tarım konusunda dünyada farkındalığın arttığını kaydeden Duruk, “Birçok ülke salgın dolayısıyla gıda ihracatını ve ithalatını kontrol altına alıyor. Bugün herkes milli tarım politikasını konuşuyor. Ülke olarak büyük potansiyele sahip olmamıza rağmen ne yazık ki tarımda yanlış icraatlar yaptık. Ancak koronavirüs pandemesinden sonra bu yanlışlardan geri dönülerek doğru politikaların uygulanacağını düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
Şehirleşme sürecinden ötürü tarım arazilerinin korunamadığını, özellikle sanayileşmeye ağırlık verilmesinin çok önemli tarım topraklarının ve ürünlerinin kaybedilmesine yol açtığını vurgulayan Mahmut Duruk, tarım arazilerinin yıllardır toprak, su ve iklim analizleri yapılmadığı için çiftçilerin plansızca kafasına göre ekim yaptığını dile getirdi. Şehirlere yakın olan arazilerin anlamsız şekilde meskene açıldığını ve bu durumun çok büyük kayıplar yarattığını anımsatan Duruk, “Diğer taraftan tarım araç ve gereçlerinde anlamsız bir tüketim yapıldı, çok büyük kaynak israfı oldu ve rasyoneliteden uzaklaşıldı. Böylelikle toplum sadece taban fiyata bakar duruma geldi. Planlama yapmaktan koptuk halbuki planlar yapmamız gerekiyor. Ben milli tarım politikasının oluşturularak ülke genelinde en az 5-6 organize tarım bölgesinin kurulması gerektiğini düşünüyorum. Bunun içinde devlet de olmalı. Sözünü ettiğim bu organize tarım bölgeleri, boş kalan tarım arazileri de dahil tüm bölgelerin toprak, su ve iklim analizleriyle planlamasını yapmalı, ölçek okenomisine uygun biçimde bu bölgelerin işlevini belirlemeli ve bu tarım arazileri kiralanarak alt yapıya verilmeli. Çünkü günümüz dünyasında plansız yaşamak artık mümkün gözükmüyor. Bunların yanında tohum konusu, toprak yapısı ve sulama gibi hususlar bilimsel olarak üst akıl trafından kontrol edilmeli. Tarım nüfusunun azaldığı konuşuluyor ama arazilerin robotik araçlarla kontrol edildiği süreçlere yaklaşıyoruz” diye konuştu.
Pestisit konusunun gelecek dönemde ülkelerin en önemli sıkıntısı olacağını kaydeden Duruk, “Tarım ilaçları organize tarım bölgeleri tarafından kontrol edilip dozunda verilebilir. Organik ürün üreten bölgeler ayrılarak iç içe olmamaları sağlanacaktır. Tıpkı savunma sanayinde yapıldığı gibi tarım alanında yaşanılan sorunlar çok basit şekilde çözülebilir. Şayet bunları yapamazsak Türkiye dengesiz bir tarım politikasıyla ne zaman neyi ihraç ve ithal edeceğini bilemeyen, kilogramı bir yıl 1 lira olup çöpe atılan soğanın ertesi yıl 10 liraya çıktığı bir ülke olmaktan kurtulamayacak. Bu aşamada siyasi hesaplarla oy kaygısı düşünülerek hareket edilmemeli. Arazilerin toplulaştırılarak kiralanmasının insanlarda negatif algı yaratarak oy kaybına sebep olacağı yönünde bir kaygı olabiliyor. Ama korona pandemesi bu kaygıların aşılarak milli tarım politikasının uygulanmasına vesile olabilir. Ayrıca kentlere göç etmiş ama köylerde 1 metrekare toprağı olan insanların sözünü ettiğim model sayesinde gelir yaratabilme hakkı olacaktır” şeklinde açıklamalarda bulundu.
“Meyve tedariğinde zorluk yaşıyoruz”
Tuncer Kırtıloğlu
Tunay Gıda Yönetim Kurulu Başkanı
Konferansın bir diğer konuşmacısı olan Tunay Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Tuncer Kırtıloğlu, konuşmasının başında Türkiye meyve konsantre sektörü hakkında bilgi verdi. Konsantre sanayinde faaliyet gösteren fabrikaların Amerika ve pek çok Avrupa ülkesindeki tesislerden daha ileri teknolojiye sahip olduğunu açıklayan Kırtıloğlu, üretim proses bilgisi ve yetişmiş insan gücü olarak sektörün çok iyi seviyede bulunduğunu aktardı. Türkiye’de yetiştirilen elma, kiraz, kayısı, ayva, vişne gibi birçok meyvenin rekoltesine göre dünya sıralamasında ilk 5 içinde yer aldığını kaydeden Kırtıloğlu, “Sektörümüzün gelişmiş ülkelerdeki firmalara ihracat yapabilme yetkinliği var. Bu kadar önemli avantajlarımıza rağmen sanayimizin ham madde konusunda yaşadığı sorunlardan dolayı üretimdeki liderliğimizi maalesef ihracatımıza yansıtamıyoruz. Rakip ülkeler ürünlerini sattıktan sonra ancak sıra bize gelebiliyor” dedi.
Konsantre sektöründe yaşanan sorunlara değinen Tuncer Kırtıloğlu, fabrikaların ihtiyaç duydukları tonajlarda meyveyi temin etmekte zorluk çekiklerini söyledi. Konvansiyonel ürünlerin ve meyvenin toplanmasında sektörün alt yapı ve organizasyonunun yeterli olmadığını, bu durumun yaşadıkları en acı sorunların başında geldiğini belirten Kırtıloğlu, “Toplanan meyvenin nakliyesinde de sağlıklı bir organizasyonumuz yok. Meyvenin toplanması tüccar-aracılar aracılığıyla yapılıyor. Yani hiçbir organizasyonu olmayan bir sistem içinde meyvelerimizi almaya çalışıyoruz. Meyve üretimi sırasında zararlılarla mücadelede sırasında bilgisizlikten kaynaklı olarak limitlerin çok üstünde yasaklı kimyasal ilaçların kullanılmasından ötürü pestisit kalıntılı ilaçların tespiti, devlet kontrolü yeterli olmadığı için sanayicinin üstüne kalıyor. Sanayicilerin ürünlerini devamlı analiz ettirmek zorunda olması ek maliyet yarattığı gibi yapacakları ihracatı da riskli hale getiriyor” ifadelerini kullandı.
Ham madde konusunda en önemli kriterlerin başında uygun fiyat tespitinin geldiğine dikkat çeken Tuncer Kırtıloğlu, sektörüde faaliyet gösteren firmaların meyve alırken üreticiyi mağdur etmemeye özen gösterdiğini belirterek, “Bu bizim vazgeçilmez bir kriterimizdir. Sektör, her meyve için üretim maliyeti çıkarıp enflasyon ve kar ilavesiyle bir yıl önceki fiyatları da göz önünde bulundurarak fiyat verir. Fiyat düşük olursa üretici ağaçlarını keser. Vişnede geçtiğimiz yıllarda buna benzer bir durum yaşanmış ve üretim 10 yıl geri gitmişti. Dolayısıyla üreticiyi memnun edecek fiyatın sunulması çok önemlidir. Bazı firmalar kendilerine iç piyasada ve ihracatta daha iyi bir pazar yaratabilmek amacıyla Çin ve İran’dan daha ucuza meyve ithalatı yapıyor. Yerli ürünlerin fiyatlarını manipüle ederek ve fiyatların artmasını sağlayarak kendilerine fiyat avantajı yaratmak istiyorlar. Haksız rekabetle karşı karşıya kalan yerli üreticimiz bundan çok büyük zararlar görmektedir. Bunun önüne geçilebilmesi için devletin ülkemizde üretilen ürünlerin ithalatını kısıtlaması, vergilerini artırması ve sınır ticaretini yeniden gözden geçirmesi gerekiyor” dedi.
Çözüm sözleşmeli tarım modeli
Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın fahiş fiyat artışlarını önlemek ve serbest ticaret dengesini bozanlar için düzenlenen Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu içine sanayi ham madde fiyatlarının da korunmasını talep ettiğini anımsatan Tuncer Kırtıloğlu, tarım ürünlerinin en büyük alıcısı olan sanayiciler bu sistem içine alınırsa gıdada fahiş fiyatların oluşmasının engellenebileceğini savundu. Bu yolla enflasyonla mücadeleye de olumlu katkı sağlanacağını ifade eden Kırtıloğlu şunları kaydetti: “Döviz artışı ve enflasyona bağlı olarak tarımda gübre, mazot, ilaç ve elektrik gibi birçok üretim giderleri arttı. Üreticiler bu maliyet artışını devlet desteği olmadan karşılayamaz. Devlet destekleri de maalesef ya yetersiz ya da zamanında verilmemektedir. Meyvecilikte destek modelinin tamamıyle değişmesi ve ÇKS dengesi esasına dayalı doğrudan destek yerine üretime destek verilmelidir. Böylece üretim artışı ve buna bağlı olarak ihracat gelirimiz de yükselecektir. Bunun yanı sıra meyvecilik sektöründe sorunları kısa vadeli önlemlerle değil, orta ve uzun vadeli projelerle çözülebilir. Bunların içindeki en önemli konu da arazi toplulaştırılmasıdır. Bu sayede ucuz, kaliteli ve rekabetçi ürünlerin üretiminin önü açılabilir. Sanayinin ham madde ihtiyacı temininde sürdürülebilir en iyi çözüm sözleşmeli tarım modelidir.”
“Türk tarımının verisi yok”
Dr. Rüştü Bozkurt
Dünya Gazetesi Yazarı
Türk tarımında yıllardır görülen en büyük sıkıntının hiçbir alanda veri ve envanterin olmaması olarak değerlendiren Dünya Gazetesi Yazarı Rüştü Bozkurt, veri ve envanter eksikliğini cephanesiz savaşa gitmeye benzetti. Artık verinin petrolün yerine geçtiği, iyi ve ayrıştırılmış bilgiden ürün geliştirenlerin rekabette öne çıktığı bir dönemin içinde bulunduğumuzu anlatan Bozkurt, “Dünyada kendi işimizle ilgili küçük ve büyük veriye hakim olmadan yarışabilir ürün yaratmamız mümkün değil. Bu sebeple konuşulması gereken, siyasi iradeye ve partilere baskı yapmamız gereken tek şey bu veri probleminin çözülmesidir. Türkiye’de herhangi bir kurumun verdiği veriyle tarımda bir proje yapabilir misiniz? Bunu ülkenin dört bir yanındaki üreticiye ve sanayiciye sordum. Bana hiçbir kimse mevcut verilerle bir fizibilite ve proje yapılabileceğini söyleyemedi. Veri derken şunu kastediyorum: Türkiye’de hazinenin ekilebilir arazisi var mı ki hazine arazilerinin tarıma açılmasından bahsediliyor. Mesela Urfa dışında bugün 1000 dönümün üzerinde arazi bulmak mümkün mü? 3 tane Amasya’da arazi vardı onlar da satılmak suretiyle el değiştirdi. Niteliksiz ormanlıkları tarıma açacaklarsa onu bilemem. Benden önceki diğer konuşmacıların değindiği gibi toprak analizlerimizle ilgili elimizde hiçbir envanter bulunmuyor. Şu anda topraklarımızın organik madde bakımından durumunu, zayıf olduğunu kaç kişi biliyor? Tarımda bu bilgilerin bilinmesi ve ona göre çiftçilerin üretimini planlaması gerekiyor. Bunn için de elimizde verinin olması şart. Yoksa çoğu kişi yalan-yanlış bir şeyler söylüyor ve bunun peşine takılıyoruz. Maalesef tarım ve hayvancılık çok kolay yalan söylenen sektörler durumunda” dedi.
“1000 dönümden küçük arazilere teşvik verilmemeli”
Türkiye’de tarıma abartılı bir bakış olduğunu ve bunun sorun teşkil ettiğini öne süren Rüştü Bozkurt, bazı kimselerin tarımla ülkeyi kurtarabileceklerini söylediğini belirterek, “Dünyanın hiçbir yerinde tarımla kurtulan ülke yoktur, tarım gerek şarttır, yeter şart değildir. Bu gerçeği bütün paydaşlar çok iyi idrak etmeli. Tarım, kârlılık ölçeğine göre değil fayda-maliyet ölçeğine göre değerlendirilmeli, destek ve finans kaynakları da buna göre verilmelidir. Tarımın gerek şart olduğunu kabul edemezsek, 40 yıldır konuştuğumuz fındık konusunu 60 yıl daha konuşmaya devam ederiz” şeklinde konuştu. Tarımdaki bir başka sorunun bir model ve metodun olmaması olarak açıklayan Bozkurt, “Bu eksikliği daha yeni yeni konuşmaya başladık. Halbuki bunun Brezilya’da, İtalya ve İspanya’da örnekleri var. Örneğin İspanya’da olduğu gibi -Mehmet Bey’in kısmen altını çizdiği şeklide- özel mülkiyeti korumak şartıyla hizmette birliştirme ve ekonomide olumsuz dışsal faktörü önleme yoluna gitmemiz gerekiyor. Örnek vermek gerekirse; Edremit’te büyük bir zeytin çirtliğinde üretici her türlü bakımı yapıyor, ancak onun birkaç yüz metre yakınındaki başka bir üretici zeytinine gereken bakımı yapmadığı için oluşan zeytin sineği diğer çiftlikteki ürüne zarar verebiliyor. Buna biz olumsuz dışsallık diyoruz. Bu yüzden mülkiyeti şahsa ait toprakların korunması önemlidir ama toprakları boş bırakmak, bakım yapmamak ve işlememek o yurttaşın hakkı değildir. Bu konuyu netleştirmemiz gerekiyor. Evet topraklar kişinin mülkiyetindedir ama aynı zamanda korunarak toplumun yararı gözetilmelidir. Onun için bu konu milli bir mesele olarak ele alınmalı ve ‘hizmette birleştirme yasasının’ mutlaka çıkarılması lazımdır. Teşvik sistemi buna göre oluşturulmalı, 1000 dönümden küçük arazilere teşvik verilmemeli. Çünkü tarımda kullanılan makineler ve teknolojiler o kadar gelişti ki bunların verimli kullanılabilmesi ancak arazi yapılarının geniş olmasına bağlıdır. Bunun yolu da tarımda yeni bir stratejinin geliştirilerek organizasyonun kurulmasından geçiyor. Her şeyden önemlisi de bu organizasyon bağımsız denetçiler tarafından denetlenmeli ve kontrol edilmelidir” şeklinde açıklamalarda bulundu.
Mehmet Pala: “Tüm paydaşlara açık yeni bir platform oluşturulmalı”
Konferansın sonunda değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Mehmet Pala, kapitalin ve teknolojinin tarıma girmesi gerektiğini uzun yıllardır söyleyip yazdığını, bunun için de tarımda ölçeğin büyümesinin şart olduğunu vurguladı. Arazi toplulaştırması konusunun uzun yıllardır konuşulduğunu ancak bunun biraz da ülke kültürüyle ilgili bir durum olduğunu ifade eden Pala şöyle devam etti: “Biz genellikle bireysel yaşayan ve toplu hareket kabiliyeti çok gelişmemiş bir toplumuz. Çünkü toplumumuzda bir güvensizlik var. Böyle bir ortamda kooperatifçiliğin çalışmasını beklemek hayaldir. Bu güven sorunu mesela Hollanda’da yok. Dolayısıyla tarımda elini taşın altına koyacak şekilde organizasyonlar kurmamız gerekiyor. Yoksa başkasının adına karar vererek zararı da onların ödemesini isteyen sistemler çalışmıyor. Tarım sektöründe yaşanan sorunlara herkes vakıf ancak tüm paydaşların isteklerini, beklentilerini ve sorunlarını paylaşabilecekleri bir platformun eksikliği söz konusu. Bunun için tarıma gerçekten odaklanarak, her bileşenin görüşleri ve beklentilerine cevap verecek bir stratejinin oluşturulması gerekiyor. Sorunların dile getirilmesinin yanı sıra çözüm önerilerinin de konuşulması gereken bir döneme girdiğimizi düşünüyorum.”
“Tarımda iş modellerine kafa yormalıyız”
Necdet Buzbaş
TÜGİS Yönetim Kurulu Başkanı
Gıda Sanayinde Hammadde Temini ve Sorunları: Yeni Bir Model Arayışı konferansına görüşleriyle katkıda bulunan Türkiye Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Buzbaş ise, tarımı kümülatif tartışmanın abesle iştigal olduğunu söyledi. Tarımın bitkisel, hayvannsal ve su ürünlerinden oluştuğunu ve her birinin ayrı ayrı olarak kendi platformunda tartışılması gerektiğine işaret eden Buzbaş, “Bunun yanı sıra aile işletmeciliğini de konuşmalıyız. Bilindiği üzere FAO 2014 yılını aile işletmeciliği yılı ilan etmiş ve bu çerçevede çok önemli destekler veriyor. Ancak ülkemizin gerçekliği ve özgünlüğünü göz önünde bulundurarak ayrı bir değerlendirme yapılmalı. Ben burada bir kategori daha koymak gerektiğini düşünüyorum. Bunların biri aile işletmeciği, diğeri ise büyük tarım işletmelerdir. Her biri için temel eksikliğimiz iş modelimizin olmamasıdır. Planlama ancak iş modeli olduktan sonra gelen bir evredir. İş modeliniz yoksa neyi planlayacaksınız, çünkü hedefiniz belli değil. Dolayısıyla iş modelleri üzerine kafa yormamız şarttır. Aile işletmelerinin modeli farklıdır, büyük tarım işletmelerinin modeli farklıdır. Hollanda örneğinden istifade edebiliriz” ifadelerini kullandı.
Haber: Özgür Çilek